Hiroşima sonrası Japon sinemasının kült karakterlerinden biri olarak beyazperdeye aktarılan Gojira, 3D olarak tekrar vizyonda.
1954 yılında sinema tarihine geçen bu hayali Japon kahramanı, sonrasında başarısız bulunan yapımlarla tekrar canlandırılmaya çalışılmıştı.
Filmimiz felaketler serisiyle açılıyor.
Filipinler’de bir kazı sırasında oluşan göçük sonrası tanımlanamayan dev yaratıklara ait kalıntılara rastlanıyor. Japon bilimadamı Serizawa (Ken Watanabe) yardımcısı Vivienne (Sally Hawkins) ile birlikte olayları incelemek üzere davet ediliyor.
Öte yanda Japonya’da bulunan nükleer santralde ise büyük bir patlama yaşanıyor. Santralde üst düzey yetkili olarak çalışan Amerika’lı Joe Brody (Bryan Cranston) bu kazada eşi Sandra’yı (Juliette Binoche) kaybediyor.
Olayların yaşandığı tarihten 15 yıl sonra Brody ailesinin tek çocuğu Ford’un, bu kısacık zaman diliminde bomba uzmanı bir asker olduğunu, evlendiğini ve 5 yaşında bir oğlu olduğunu öğreniyoruz. Japonya’da nükleer patlamanın yaşandığı alan ise nükleer kirlilik ve tehlike sebebiyle halka kapatılmış. Eşinin acısını unutmayan ve olayları araştırmaya devam eden Joe Brody tutuklanıyor ve oğlu Ford onu kurtarmak üzere Japonya’ya hareket ediyor.
Bir araya gelen baba oğul, tekrar ziyaret ettikleri evlerinde radyasyon ve kirliliğin bulunmadığını ve 15 yıl önceki belirtilerin tekrarlandığını fark ediyor. Tam bu sırada nükleer enerji ile beslenen Alienvari dev bir yaratık olan Alfa Predator, yakıp yıkmaya başlıyor. Canavarı durdurmak için elbette Amerikan ordusu harekete geçiyor ancak ne mümkün. Devasa canavar Godzilla’nın ortaya çıkışıyla birlikte doğanın dengesini korumak için yapılacak amansız bir savaş böylece başlıyor.
Filmin senaryo ekibinde David Callaham (The Expendables), David S. Goyer (The Man of Steel), Max Borenstein (Seventh Son) ve Frank Darabont (The Walking Dead) dan oluşan dev bir kadro göze çarpıyor ancak film saçma bir Amerikan kahramanlığı öyküsü üzerinde kugulanıyor. Yönetmen koltuğunda, Monsters filmiyle tanıdığımız Gareth Edwards bulunuyor ancak hem yönetim hem de oyunculuklar çok kötü. Ken Watanabe’yi kötü oynatmak büyük maharet ister ki yönetmen bunu bile başarıyor.
Yazımın bundan sonrası blolca spoiler içeriyor…
123 dakikalık süresi boyuca izle ve unut türünde bir film olmuş Godzilla. Devam filmi için göz kırpan ancak ne Godzilla’nın hikayesini olması gerektiği gibi anlatan ne de heyecan ve umut veren bir anlatıma sahip. Nasıl ortaya çıktığı anlaşılamayan Godzilla, San Francisco köprüsünün altında dizine kadar gelen bir suda ayağa kalkıp, yine o suya “nasıl başarıyorsa” dalarak ilerliyor. Dev canavarların savaşı ise askeri birlik görüntülerinin araya girmesiyle, özünden iyice kopuyor.
Filmin ilk bölümü bir aile trajesidiyle açılıyor ve kötü oyunculukların da desteğiyle oldukça zor ilerliyor. Ford’un bir kahraman haline getirildiği sahneler o kadar zorlama ve basit olmuş ki zaman zaman izlemek bir eziyet haline gelebiliyor. Kahramanlık, kaos ve yıkım, doğanın dengesi, nükleer felaket, dev canavarlar ögelerine bir de godzilla eklenince ne izlediğinizi anlamadığınız iki saatlik vakit kaybıyla başbaşa kalıyorsunuz.
Godzilla sinema tarihi boyunca pek çok düşmanla savaşmak zorunda kaldı ama hiçbir zaman öykünün odağında kendisinden başka bir ana unsur kullanılmadı. Dolayısıyla Godzilla’yı izlemek isteyenler, bol kesintiye uğramış bir anlatım ile karşı karşıya kalacaklar.
Filmde etkileyici olan tek şey Godzilla’nın sadece radyasyon kurbanı dev bir canavar değil, doğanın dengesini koruyan mitolojik bir efsane olarak gösterilme çabası… ama sonucunda yerle bir olmuş San Fransisco’da bir kahraman olarak alkışlanması bile garip duruyor.